Kurân-ı Hakîm hakkında hem câhil
dostların cehâleti, hem de şeytânî akıllı düşmanların menfi çalışmaları
netîcesinde bazı spekülasyonlar ve yanlış görüşler ortaya çıkmıştır ki, bunlara
da kısaca değinmemiz iktizâ etmektedir.
Allâh’ın kitâbı olan Kurân-ı Kerîm, Hz. Peygamberimize (s.a.a.) her ne şekilde nâzil oldu ise günümüze değin
değiştirilmeden, tahrîf ve tağyîr edilmeden, arttırılmadan ve eksiltilmeden
gelmiştir. Bunun böyle olduğunun binlerce aklî ve naklî delîli vardır. Bu konuda
gerek Kurân-ı Kerîm âyetleri, gerek peygamberimizin @ o
tatlı, mübârek kelâmları, gerekse Ehli Beyt’in kudsî İmâmlarının (a.s.) şerefli sözleri (hadisleri) yeterli kanıttır.
Hangi
fırkanın kaynaklarında bulunursa bulunsun, Kur’ân’a
ve sağlam rivâyetlere muhâlif olarak nakledilmiş bütün nakiller ya zayıf, ya
uydurma ya da bir tevîl ve tefsîri olan nakil ve rivâyetlerdir ki, itibâr
edilmemesi gerekir.
Yüce Allâh buyuruyor; “O’nu (Kurân’ı) biz indirdik ve O’nun
koruyucusu yine biziz.” [Hıcr (14): 9]
Ve yine Allâh buyuruyor; “O’na (Kur’ân’a)
ne önünden, ne de arkasından bâtıl gelemez (karıştırılamaz).”
[Fussilet (41): 42]
Canlar cânı, gönüller sultânı, iki cihân
güneşi, peygamberimiz, efendimiz Hazreti Muhammed de (s.a.a.)
buyurdular; “...Ey insanlar! Size iki
ağır (önemli) emânet bırakıyorum. Bunlardan birisi
Allâh’ın Kitâbı Kurân, diğeri ise itret’im, Ehli Beyt’imdir. Bu ikisi, Kevser havzu başında benimle buluşuncaya kadar
birbirlerinden asla ayrılmazlar...”
Oniki İmâm’ın dördüncüsü olan Hazreti
İmâm Zeynelâbidîn @ buyurdular; “Doğu ve
batı arasındaki tüm insanlar ölseler de bu ıssız kalan yerlerde Kurân yanımda olduktan sonra yalnız sayılmam.”
Oniki İmâm'ın altıncısı olan İmâm Cafer
Sâdık @ buyurdular;“Mümin olan kimseye, ya Kurân’ı
öğreniyor, ya da öğretiyor olarak ölmek yaraşır.”
Şimdi insaflıca düşünmek lazımdır ki; Allâh
(c.c.), Kitâbını koruyacağını vaad ediyor, Peygamberimiz @, Kurân’ı ve Ehli Beyt’ini birbirinden kopmaz ve
ayrılmaz bir bütün olarak ümmetine emânet ve vasiyet ediyor, Ehli Beyt’in İmamlarının her biri de zamanlarının
birer manevi güneşi gibi ortalığı aydınlatıyor, âdetâ yürüyen, konuşan birer Kurân hükmünde oluyorlar, canlarını
başlarını bu yolda fedâ ediyorlar, dünyâya meydân okuyorlar... Peki... nasıl
mümkün olabilir ki, zâlimler, hâinler, mütecâvizler o mübârek kitâba el uzatabilsinler,
Allâh’ın kelâmına ufacık bir leke
getirmeye güçleri yetsin!!! Hiç mümkün mü? Bu dîn, bu Kitâp sâhipsiz mi? Bir
şeyin sâhibi, koruyanı Allâh ise ona
kim zarar verebilir? Ya da kötü niyetle yanaşabilir!? Güneşi söndürmeye çalışan
ancak nefesini zâyi eder ve üzüntüsüyle cehenneme yuvarlanır gider.
Kurân’ın
değiştirildiği yolundaki görüşleri iki gurupta ele almak mümkündür.
Birincisi; Kurân hakkında yeterli bilgi ve araştırması olmadığı halde
duyduklarını ve zanlarını birer gerçekmiş gibi câhilce ortaya atanların
görüşleri.
İkincisi ise; bütün gerçekler ve Ehli Beyt’in ışık saçan beyânları orta
yerde durduğu halde, inat, kasıt, İslâm’a ve hakîki Alevîliğe düşmanlık, insanları Kur’ân’dan
uzaklaştırma ve dolayısıyla sapık görüş ve ideolojilerin oyuncağı hâline
getirme gayretleri güdenlerin görüşleridir.
Birinci
görüşte olan kimselere kardeşâne tavsiyemiz odur ki; araştırsınlar,
incelesinler, bilen ve ehliyetli olan canlara danışsınlar ve her öne sürülen
akıma kapılmasınlar. Böylece ümit edilir ki hak ile tanıştıkları anda hakka
uyarlar, kurtuluşa ererler.
Diğerlerini
ise, Allâh ıslah etsin! Ya da Kahhâr
ism-i celîli ile mücâzâtını versin!...