Ehli Beyt

Âlemlerin Rabb'inin adıyla...

EHLİ BEYT KİMDİR?

           "Ehli Beyt" hem Kuran hem de sünnette üzerinde önemle durulan ve ümmet için de apayrı bir öneme sahip olan bir kavram. Allah (c) Kuran-ı Kerim'de Ahzâb sûresinin 33. ayetinde şöyle buyuruyor:

           "Ey Ehli Beyt! Hiç kuşkusuz Allah sizden her tür pisliği / kusuru / günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor."

           "Ehli Beyt" kavramı Arapça'da bir isim tamlamasıdır ve "ev halkı" anlamına geliyor. Ama Kuran ve Sünnette tamamen terim / ıstılah olarak kullanılan bu kavramdan maksat ne? Bununla kimler kastediliyor? İşte bu konuda başlıca üç görüş var:

           * Peygamberimizin sadece hanımları.
           * Peygamberimizin damadı Ali, kızı Fâtıma, torunları Hasan ve Hüseyin ve hanımları.
           * Peygamberimizin damadı Ali, kızı Fâtıma, torunları Hasan ve Hüseyin.

           I. Görüşün Delilleri:

           Bu görüş Abdullâh b. Abbâs'ın azatlısı İkrime ile Mukatil b. Süleyman'a ait. Özellikle İkrime'nin, Medine'de çarşı pazar dolaşarak "Ehli Beyt" ayetinin sadece Resûlullah'ın hanımları hakkında nâzil olduğunu söyleyip durduğu rivâyet ediliyor.

           İkrime, her ne kadar Buhârî'nin çok güvendiği; onun için de hadislerine bolca yer verdiği bir râvî ise de, son derece sabıkalı olduğu, Ehli Sünnet hadis ve tarih ulemasının itiraflarıyla sabit.

           Hâricilerin İmam Ali'ye ve Ehli Beyt'e düşmanlıklarını anlatmaya bilmem gerek var mı? İmam Ali'ye kılıç çeken ve onu namazda iken katleden bir zihniyetin Allah ve Resûlü ile ilgilerinin olduğunu sanmak ahmaklıktır! Bu kafaya sahip olanların izzet ve şerefinden bahsetmek de mümkün değil! Allah'ın tertemiz kıldığı, Resûlü'nün; "Ali'yi seven beni de sevmiş, ona düşman olan bana da düşman olmuş olur!","Ali'ye söven bana sövmüş sayılır!", "...Onu sadece münâfıklar sevmez!..." buyurduğu bir kimseye düşman olan, onu namazda katleden bir zihniyete nasıl güvenilir!

           İşte İkrime bu kafaya sahip! Böyle birisinin hadisini almak ve ona Allah ve Resûlü'nün emanetlerini güvenmek mümkün mü!? Ali'ye Ehli Beyt'e düşmanlığıyla Allah ve Resûlü'nün de gazabını hak eden birisinin rivâyetlerini nasıl kabul edebiliriz? Fâsıkların rivâyetinin makbul olmadığını hepimiz biliyoruz. Münafık aynı zamanda fâsık değil mi? Üstelik ez-Zehebî'nin de belirttiği gibi, harici olduğu için kendisinin dışında tüm müslümanları tekfir eden birisi!

           Diğer yandan, çoğu sahih senedlerle rivâyet edildiğine göre, Abdullâh b. Abbâs'ın oğlu Ali, Abdullâh b. Ömer, Abdullâh b. Ömer'in azatlısı Nâfi', Saîd b. Müseyyeb, Atâ b. Ebî Rabâh, Tavus b. Keysân, Muhammed b. Sîrîn, Muhammed b. Abdirrahmân b. Ebî Zi'b, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Mücâhid b. Cebr, Süleyman b. Tarhân et-Teymî, Yûnus b. Cübeyr el-Basrî, İbni Sa'd ve benzerleri, İkrime'yi "yalancılık"la, "zayıflık"la ve "huccet olmamak"la suçluyorlar. Ahmed b. Hanbel, İkrime'nin valilerden hediye(!)ler aldığını söylüyor. Şimdi sorarım sizlere: Böyle bir adamın sözünün ne değeri olabilir! Ona sika/güvenilir diyerek rivâyetlerine yer verenler hiç Allah'tan, hesap gününden korkmazlar mı!?

           Gelelim Mukâtil'e; onun da İkrime'den pek farkı yok! Kimi "yalancılık"la, kimi "zayıflık"la, kimi de "hadisleri gerçek dışı" olmakla suçluyor onu. Kısacası güvenilir olmadığında ittifak var.

           İşte bu iki yalancı "Ehli Beyt"ten kasdın Sadece Resûlullah'ın hanımları olduğunu iddia ediyor. Özellikle İkrime bununla da hızını alamamış olacak ki, aynı görüşü sabık efendisi Abdullâh b. Abbâs'a isnad etmekten bile çekinmiyor!

           Bunların delili, ilgili ayetin hem baş tarafında hem de devamında Resûlullah'ın hanımlarından bahsediliyor olması. Dolayısıyla onlara göre "Ehli Beyt"ten kasıt da Resûlullah'ın (s) hanımları oluyor.

           Oysa bu görüşün sakatlığı meydanda. Çünkü eğer maksat onlar olsaydı, ayette geçen "sizden" ve "sizi" zamirleri müennes / dişil gelirdi. Halbuki, ayette geçen zamirler müzekker / eril! Arapça'da erkek zamirleriyle sadece dişilerin kastedilmesi ise dil kurallarına tamamen aykırı. Ayrıca bu görüş, "Ehli Beyt"ten kastın kimler olduğunu açıkça belirleyen sahih hadislere de ters.

           II. İkinci görüşün delilleri:

           Bu görüş ise genelde Ehli Sünnet kardeşlerimize ait. İbni Kesîr hararetle bu görüşü savunuyor, Fahruddin er-Râzî ve Elmalılı Hamdi Yazır gibi bazı müfessirler ise Allah'ın Resûlü'nün (s) bütün çocuklarını da bu halkaya katıyor!

           Bunların delili, "Ehli Beyt"ten bahseden ayetin, Resûlullah'ın (s) hanımlarından bahseden âyetler arasında yer alması, hadislerde söz konusu dört kişinin Ehli Beyt'ten sayıldığının belirtilmesi ve ayette geçen erkek zamirinin Arap dili açısından buna mani olmayışı.

           Doğrusu konuya sırf Arap dili açısından yaklaşacak olursak; bu tez yanlış değil. Arapça'da çoğul erkek zamirleriyle hem erkekleri, hem de kadınları kastetmek mümkün. Ancak tabii ki buna aklî ve naklî başka deliller engel olmuyorsa!...

           Az ilerde de izah edeceğimiz gibi, "Ehli Beyt"ten kasıt her kimse, ayet onların her tür pislikten, ayıptan, günahtan, ahlaksızlıktan; kısacası Allah ve Resûlü'nü rahatsız eden her şeyden uzak ve tertemiz olduklarını ifade ediyor. İşte bu sonucu "Ehli Beyt'tendir" dediğimiz kimselerin yaşantılarıyla birleştirmemiz, yani bunun sağlamasını yapmamız gerekiyor: Acaba uygun mu değil mi? Şayet uyum ve uygunluk varsa mesele yok. Yok eğer öyle değilse; o kimselerden Allah ve Resûlü'nü rahatsız eden bir şeyler sadır olmuşsa, bir takım yanlışlar yapmışlarsa... onlar "Ehli Beyt"ten değil demektir. Bunu herkese uygulamak ve sonucuna Allah rızası için katlanmak zorundayız.

           Kuran'a, sünnete ve peygamberimizin hanımlarının -özellikle- bazılarının hayatına bir göz atalım:

           Kuran'dan Tahrîm sûresini baştan sona bir okuyalım lütfen! Âyetlerin hangi sebeple indiğini, buna sebep olan annelerimiz hakkında Yüce Rabbımızın (c) neler söylediğini, sûrenin son üç ayetinde nasıl bir benzetme yapıldığını bir görün; sonra insaf ve adaletle söyleyin: Bu annelerimizin "Ehli Beyt"e katılması mümkün mü? Ayet gereği "tertemiz ve kusursuz" olması gereken kimseler o büyük hataları yapar mı? Buna rağmen onları "Ehli Beyt"e katmak Kuran'ı Kuran'la çelişkiye sokmak olmaz mı?

           Peygamber Efendimizin (s) ilerde gelecek bazı hadislerinde, bazı annelerimiz için "Hayır! Sen Ehli Beyt'ten değilsin; ama hayırlı bir kadınsın!" buyurduğunu göreceğiz. Buna muhatap olan Ümmü Seleme annemizin ise Tahrîm sûresine konu olacak hiçbir davranışta bulunmadığını da dikkate alalım!

           Yukarda Tahrîm Sûresine konu olduğu kesin olarak bilinen Ayşe ve Hafsa'nın -ki biri Ebûbekr'in, öbürü ise Ömer'in kızıdır- Ehli Beyt'e karşı çok soğuk yaklaşımlarını, İmam Ali'ye karşı düşmanca tutumlarını, Hz. İmam'a karşı savaş açacak kadar ileri gittiğini herkes biliyor. Bütün bunlar "Ehli Beyt" kavramıyla ve bu kavramın genel muhtevasıyla nasıl birleştirilebilir? Allah'ın tertemiz kılıp her tür kötülükten arındırdığı insanlar hiç birbirlerine düşman kesilir mi? Hiç birbirleriyle kavga eder mi? Ehli Beyt'in geçek temsilcileri olan Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin arasında hiç böyle bir şey görülmüş mü? Onlar, bırakın kavga etmeyi, hiç birbirlerine küsmüş, darılmış mı?...

           Elbette hayır! Çünkü onlar gerçek Ehli Beyt'tir. Ehli Beyt'ten olanlar yanlış yapmaz. Allah ve Resûlü'nü (s) hiçbir zaman üzmez. Herhangi bir ayet ya da sûreye olumsuz yönde malzeme olmaz. Ehli Beyt mensupları birbirleriyle asla didişmez, itişip kakışmaz; ve asla birbirlerine düşmez. Bu hem "Ehli Beyt" ayetinin gereğidir, hem de tarihte böyle bir vakıa olmamıştır.

           Diğer yandan "Ehli Beyt" olmanın getirdiği çok büyük bir sorumluluk daha var: O da hem siyasi, hem de ilmi alanda İslâm toplumuna riyaset ve rehberlik etmek... Bu da Kuran'ı ve Allah'ın Resûlü'nün sünnetini / öğretilerini kusursuz bir biçimde bilmeyi gerektirir. Bütün bu konularda peygamberimizin hanımlarının da ehil olduğunu ileri sürmek büyük bir cehâlettir, Ehli Beyt'in hakkını yemektir; apaçık zulümdür.

           Demek ki Kurân, sünnet ve tarihi gerçekler bu tezi temelinden sarsıyor. Arap dili "mümkün kılıyor" diye bütün bu gerçekleri görmezden gelemeyiz. Kaldı ki Arap dili "çoğul erkek zamiriyle hem erkek ve hem de kadınların birlikte kastedilmesi mümkündür" diyor; "zorunludur" demiyor.

"Peygamberimizin eşlerini Ehli Beyt'in içine katmamak Allah'ın Resûlü'nü (s) üzebilir!" gibi tamamen duygusal yaklaşımların yeri yok burada. Öyle bir şey olsaydı, Allah'ın Resûlü (s) "ben de dahil miyim ya Resûlallah?" diyen Ümmü Seleme annemize "hayır!" demezdi. Bu durumda Allah'ın Resûlü'nü üzse üzse hanımlarını Ehli Beyt'e dahil etmek üzer.

           Kaldı ki şu hususa da dikkat etmek gerekiyor burada: Ehli Beyt'in kimler olduğuna karar veren ne siz, ne de biziz; aksine Allah ve Resûlü'dür. Dolayısıyla hiç kimsenin akıl yürütüp duygusal davranmasına; ilâhî irâdeye müdahale etmesine gerek yok!

           III. Üçüncü görüşün delilleri:

           Bu da Ehli Beyt'in yolunu izleyen Şîanın; on iki imamın imâmetini tanıyan İmâmiyyenin ve alevi müslümanların görüşü. Bu görüşü destekleyen sayısız hadis var. Ehli Beyt'ten kasdın sadece Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin olduğunu ifâde eden hadisler başlıca şu sahâbîlerden rivâyet ediliyor:

           1. Ayşe: Ahmed (VI,304) Müslim (f.sahâbe,6l), Hâkim (III,147), İbni Cerîr et-Taberî (et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr, III,485) vb. rivâyet ediyor. Hâkim "Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih" diyor, Şamlı ez-Zehebî de onaylıyor; ama doğrusu Müslim'in şartlarına göre sahih bir hadis.
           Ayşe'den bir başka rivâyet daha var ki İbni Ebî Hâtim tarafından rivâyet ediliyor. (İbni Kesîr,III,485)
           2. Ümmü Seleme: Hadisini Atâ b. Yesâr kanalıyla Hâkim (II,416,III,146) rivâyet ediyor ve "Buhârî'nin şartlarına göre sahih" diyor, Şamlı ez-Zehebî de onaylıyor.
           Aynı hadis Ümmü Seleme annemizden sekiz ayrı kanaldan da rivâyet ediliyor:
           a) Atâ b. Ebî Rabâh kanalıyla: Ahmed (VI,292,298) rivâyet ediyor. İbni Kesîr'in de dediği gibi, râvîlerinin hepsi sika; ancak Atâ'nın üstadı belli değil. Onun da Ümmü Seleme annemizin oğlu Ömer olma ihtimali yüksek. Eğer öyleyse hadisimizin isnadı sahih.
           b) Şehr b. Havşeb kanalıyla: Tirmizî (menâkıb,60) ile et-Taberî rivâyet ediyor. (et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr:III,485) İsnadı sahih bir hadis.
           c) Ebû Saîd el-Hudrî kanalıyla: et-Taberî Atıyye el-Avfî kanalıyla rivâyet ediyor. (et-Tefsîr Ahzâb:33; İbni Kesîr,III, 484-485) Atıyye'yi Ahmed, müellif, Ebû Dâvûd, Ebû Zür'a, Ebû Hâtim ve Ehli Beyt'in amansız hasmı el-Cüzcânî tarafından zayıf sayılıyor. Ancak Yahyâ b. Ma'în, İbni Sa'd, Sibt b. el-Cevzî ve İbni Hacer sika ve sadûk olduğunu söylüyor. Ebû Hâtim de ayrıca "hadisi yazılabilir" diyor.
           "Zayıftır" diyenlerin, Atıyye'nin "Ehli Beyt dostu olması" dışında gerekçeleri yok! Ehli Beyt dostu olan râvîleri cerheden hadisçilerin, özellikle el-Cüzcânî gibilerin sözlerine kulak vermemiz mümkün değil. Aslında bunun gibilere İslâm adına söz hakkı vermek bile doğru değil!
           İbni Saad'ın anlattığına göre, Haccâc-ı Zâlim, İmam Ali'ye lanet etmediği için tam 400 kırbaç vurdurmuş Atıyye'ye! İşte onun suçu ve zayıf sayılma nedeni! Şayet orada Hz. İmam'a lanet edip Ümeyye oğullarının beslemesi olsaydı, o zaman Atıyye'yi sika saymak için yarışanlara bakacaktınız.

           Kısacası Atıyye gerçekten sika ve sadûk bir râvî. Dolayısıyla hadisimizin isnadı sahih.

           d) Hakîm b. Sa'd kanalıyla: İbni Cerîr et-Taberî, Abdullâh b. Abdilkuddûs kanalıyla rivâyet ediyor.(et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr, III,484) Abdullâh ise sadûk ama hâfıza bakımından zayıf bir râvî. O halde hadisimizin isnadı hasen.
           e) Abdullâh b. Vehb b. Zem'a kanalıyla: et-Taberî Mûsâ ez-Zema'î kanalıyla rivâyet ediyor. (et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr,III, 485) Mûsâ dolayısıyla hadisin isnadı hasendir.
           f) Ebû Hureyre kanalıyla: et-Taberî rivâyet ediyor. (et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr,III,484)
           g) Ömer b. Ebî Seleme kanalıyla: et-Taberî rivâyet ediyor. (et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr,III, 485)
           h) Ebû Atıyye et-Tafâvî kanalıyla: Ahmed b. Hanbel (VI, 296) rivâyet ediyor.
           3. Abdullâh b. Abbâs : 23 nolu hadisimize bakınız.
           4. Sa'd b. Ebî Vakkâs: 9 ve 52 nolu hadisimize bakınız.
           5. Vâsile b. Eska': Hadisini Ahmed (IV,107) ile Hâkim (II,416,III,147) rivâyet ediyor. Hâkim "Müslim'in şartlarına göre sahih" diyor, Şamlı ez-Zehebî de aynen onaylıyor. Ancak râvîlerinden Bişr b. Bekr sadece Buhârî'nin râvîlerinden. Tabii ki hadisimiz yine de sahih bir hadis.
           6. Ebû Saîd el-Hudrî: Hadisini Atıyye kanalıyla İbni Cerîr et-Taberî (et-Tefsîr: Ahzâb:33; İbni Kesîr,III,485), Taberânî ve Bezzâr rivâyet ediyor. (el-Ğımârî,193) Atıyye'nin sika ve sadûk bir râvî olduğunu az yukarda gördük. Şu halde hadisimizin isnadı sahih.
           7. Ömer b. Ebî Seleme: Ümmü Seleme annemizin oğludur. Hadisini Tirmizî (tef. Ahzâb,7, menâkıb,31) ile et-Taberî (et-Tefsîr: Ahzâb:33) rivâyet ediyor. Senedinde Muhammed b. Süleymân el-İsbahânî adlı sadûk ama hafızası biraz zayıf bir râvî var. O yüzden isnadı en azından hasen bir hadis.
           8. Enes b. Mâlik : Hadisini Ahmed (III,259), Tirmizî (tef. Ahzâb,8) ve Hâkim (III,158) rivâyet ediyor. Senedinde Ali b. Zeyd b. Cüd'ân var; sadûk ama hâfızası zayıf birisi. Bu yüzden hadisimizin isnadı hasen. Zaten Tirmizî de aynı kanaatte.

           Fakat Hâkim'in isnadında Ali'ye eşlik eden gayet sika bir râvî var: Humeyd et-Tavîl. Bu şekliyle hadisimiz Müslim'in şartlarına göre sahih olmuş oluyor. Hâkim de aynı sonuca varmış; Şamlı ez-Zehebî de itiraz etmemiş.

           9. Ebû Berze el-Eslemî: Hadisini Ömer b. Şebîb el-Müslî kanalıyla Taberânî rivâyet ediyor. (el-Ğımârî,194) Ömer hâfızası zayıf ama sadûk bir râvî. O halde hadisimizin isnadı hasen.

           Enes ve Ebû Berze hadislerinin bir benzeri Abdullâh b. Abbâs ile Ebû Hamra'dan da rivâyet ediliyor. (el-Ğımârî,194)

           10. Sevbân el-Hâşimî : Hadisini Ebû Dâvûd (teraccül,20) rivâyet ediyor. Senedinde Humeyd eş-Şâmî ile Süleyman el-Menbehî var; her ikisi de meçhul! Dolayısıyla hadisin isnadı zayıf. Ama diğer sahih rivâyetlere ters bir durum yok.
           Yukardaki ilk yedi sahâbîden gelen hadislere "Kisâ=örtü hadisleri" adı verilir. Bu hadislerin sahih olduğunda kuşku yok.
           Allah'ın Resûlü (s) Ehli Beyt ayeti nâzil olduğunda Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'i bir kisâ yani örtü altına alarak "Allahım! Bunlardır benim Ehli Beytim" buyurduğu için bu adla şöhret olmuştur.

           Sadece "Kisâ" hadisleri bile Efendimizin eşlerinin "Ehli Beyt"e dâhil olmadıklarını ispatlıyor. Şayet Ehli Beyt'e dahil olsalardı "Bunlardır benim Ehli Beytim!" yerine "Bunlar benim Ehli Beytimden'dir." buyururdu. Bunların yanısıra şu hadisler de peygamberimizin eşlerinin bu halkaya dâhil olmadıklarını açıkça ifâde ediyor:

           1. Ümmü Seleme annemizin hadisi: Kaynaklarını az yukarda verdiğimiz bu hadise göre, "Kisâ" olayından sonra "Ben de onlara dahil miyim ya Resûlallah!?" diyen Ümmü Seleme annemize Allah'ın Resûlü (s) -değişik rivâyetlere göre- şu cevabı veriyor:

           "Sen benim ailemdensin!"
           "Sen hayırlı bir kadınsın!"
           "Sen hayırlı bir kadınsın ve Peygamberin hanımların-dansın!"
           Bir rivâyette de Ümmü Seleme annemiz "Allah'a yemin olsun ki, Peygamber (s) bu soruma "Evet" demedi! Sadece "Sen benim ailemdensin!" buyurdu." diyor.

           2. Ömer b. Ebî Seleme hadisi: Tirmizî'nin rivâyet ettiğini söylediğimiz bu rivâyette, Ümmü Seleme annemiz Allah'ın Resûlü'nden (s) şu cevabı alıyor:

           "Yerinde kal! Ama (bil ki) sen yine de hayırlı bir kadınsın!"

           3. Ayşe'den nakledilen hadis: İbni Ebî Hâtim'in rivâyetine (İbni Kesîr,III,485) göre, aynı soruyu Ayşe de soruyor; o da aynı cevabı alıyor: "Uzak dur! Yine de iyi bir kadınsın."

           Bu arada, birilerini "Ehli Beyt"ten saymak için uydurulan yada tahrif edilen bazı rivâyetlere değinmekte fayda var. Bunlardan birisi Ümmü Seleme annemize yamanmış, diğeri ise Vâsile'ye!

           Ümmü Seleme'ye isnad edilen rivâyette, annemizin sorusuna Peygamber Efendimizin "Evet!" dediği kaydediliyor!

           Vâsile rivâyetinde ise "Ben de senin Ehli Beytine dahil miyim?" diyen, Vâsile'nin bizzat kendisi! Devamında Allah'ın Resûlü'nün (s) "Sen de!" dediği, Vâsile'nin de ondan sonra bununla sürekli gurur duyduğu... belirtiliyor.

           Bunlardan ilki, hem diğer sahâbîlerden, hem de Ümmü Seleme annemizin kendisinden sahih yollarla gelen rivâyetlere aykırı; üstelik sened bakımından da tamamen berbat! Senedinde Atıyye et-Tafâvî, Atıyye'nin babası Ebû Atıyye ve Ebül-Mu'addil adlı kişiler var. Atıyye çürük bir râvî! Diğer ikisi ise tamamen meçhul! Dolayısıyla, bu rivâyet, tek kelimeyle uydurma!

           Gelelim ikincisine: Vâsile'den sahih yollarla gelen rivâyeti az yukarda gördük. O rivâyette böyle bir katkı yok! Dolayısıyla söz konusu rivâyet, başta Vâsile'den, sonra diğer sahâbîlerden sahih yollarla gelen rivâyetlere aykırı; bu bir.

           İkincisi, söz konusu rivâyet Vâsile'den iki ayrı kanalla geliyor. Bunlardan birinin senedinde Abdülkerîm b. Ebî Umeyr ile Velîd b. Müslim var. Abdülkerîm kimliği meçhul birisi. ez-Zehebî onun hadisleri için "münkerdir / gerçek dışıdır" diyor. Velîd ise Şamlı bir râvî olmasına ilaveten tedlisçi! Yani rivâyet ettiği hadisin metin ve senedinde oynama yapmayı normal karşılıyor! Özellikle el-Evzâ'î'den bizzat işittiğini belirtmeden yaptığı / an'ane'li rivâyetleri güvenilir sayılmaz. Şu halde bu kanaldan gelen rivâyet çürük!

           Diğerinin senedinde ise, Abdül'a'lâ b. Zâmil ile Gülsüm el-Muhâribî adlarında iki tane meçhul râvî var. O halde bu rivâyet de tamamen çürük!

           Bütün bu rivâyetler şunu açıkça ortaya koyuyor ki, Allah'ın Resûlü'nün (s) hanımları "Ehli Beyt"ten değildirler. Ehli Beyt âyetinin, peygamberimizin hanımlarından bahseden ayetler arasında geçiyor olması ise hiç önemli değil. Çünkü bir âyet o zaman durumuna göre paça parça, ayrı ayrı zamanlarda nâzil olabiliyordu. Diğer taraftan, bir metin içerisinde, konuyla doğrudan ilgisi olmayan ama bir açıdan önemine binâen farklı bir cümle koymak hemen her dilde var. Bu kullanım Arap dilinde hitabet inceliklerinden sayılır.

           Acaba "Kisâ" hadisleri ile birlikte, "Ehli Beyt" ayetinden ne anlaşılmalı?

           Bunun için tabii ki ayete çok dikkat etmek gerek. Farkındaysanız ayette "Ey Ehli Beyt! Hiç kuşkusuz Allah sizden her tür pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." buyuruluyor.

           Bazıları ya Arapça'yı hiç bilmediğinden, ya da dikkat etmediğinden, âyete "Allah sizin her tür pislikten uzak durmanızı ve tertemiz olmanızı istiyor!" gibi bir anlam yüklüyor ve "Bundan doğal ne var! Herkes sorumlu bundan. Allah herkesin her tür pislikten, Allah ve Resûlü'nü üzecek davranışlardan uzak durmasını ve tertemiz olmasını istiyor!" diyor.

           Onlara göre ayette geçen "irâde = isteme, dileme" teşrî' amaçlıdır; yani kişilere görev ve sorumluluk yüklemekten başka bir anlama gelmiyor. Kısacası buradaki irade "teşrî'îdir".

           Oysa ayete biraz dikkat edilecek olsa, onların çok açık bir hususu göz ardı ettikleri görülür. Ayette "Allah sizden her tür pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." buyurularak "giderme" ve "tertemiz yapma" işinin Yüce yaratıcı tarafından üstlenildiği bildiriliyor. Yani bunları yapacak olan kişiler / Ehli Beyt değil; Allah Teâlâ'nın bizzat kendisi. Durum onların iddia ettiği gibi olsaydı ayetin şöyle olması gerekirdi: "Allah sizden her tür pisliği gidermenizi ve tertemiz olmanızı istiyor." İşte o zaman sorumluluk yükleyen bir durum ortaya çıkardı. Oysa âyet böyle değil.

           Şu halde ayette "teşrî'î" irâdeden söz etmek kesinlikle mümkün değil. Aksine buradaki irâde "tekvînî" bir irâdedir ve "dilediğini yaratma, var etme, gerçekleştirme" anlamı taşıyor. "gidermek" ve "tertemiz yapmak" fiillerinin öznesinin Allah (c) olması da bunu açıkça kanıtlıyor. O halde Allah (c) dilediğini yarattığına, ve gerçekleştirdiğine göre, Ehli Beyt'ten her tür pislik ilâhî iradeyle giderilmiş ve tertemiz yapılmış oluyor.

           Âyette geçen ve genelde "pislik" karşılığını verdiğimiz "rics" kelimesi, Arapça'da her türden pislik, ayıp, kusur, günah vb. anlamlara geliyor. Bunun için lügatlere ve tefsirlere bakmak kâfi. Buna daha genel bir ifâdeyle "her tür pislik, Allah ve Resûlü'nü üzen, rahatsız eden her şey" demek mümkün.

           Demek ki bu ayet Ehli Beyt'in pak ve tertemiz, kusursuz / günahsız olduklarına, kısacası "masûm" olduklarına Kuran'dan en güçlü delil. Ehli Beyt'in ma'sûm oldukları hem bu ayetle sâbit, hem bu konuda sayısız sahih hadis vardır, hem de Ehli Beyt'in hayatları buna en büyük şahittir!
           En doğrusunu Allâh bilir...

           "Ehli Beyt kimlerdir?" konusu Kurân ve Ehli Beyt dostu Abdulkadir Çuhacıoğlu tarafından tercüme ve şerhi yapılan Nesâî'nin 'Hasâis-ü Emîrilmüminîn {Hadislerle Hz. Ali}' adlı çalışmasından iktibas edilmiştir. Konularla ilgili kaynaklar ilgili kitabın dipnotlarında zengin bir şekilde verilmiştir.]

Ehli Beytin Yolu
 
 
Bugün 7 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol