DİNLER VE MEZHEPLER HAKKINDA
Dîn;
İnsanoğlunun kendi saâdet ve selâmetini, inanmakta ve uygulamakta gördüğü bir
yaşam şeklidir ve genel olarak iki kısımda ele alınabilir.
1-İlâhî dinler. 2-Beşerî
dinler.
İlâhî
dinler de inancımıza göre; tahrîf edilmiş ilâhî dinler ve değiştirilmeden
günümüze kadar ulaşmış olan ilâhî din olarak ikiye ayrılır.
Şu
açık bir şekilde bilinmektedir ki, gönderildikleri dönemin İslâm dîni olan
bugünün Yahûdîlik ve Hrıstiyanlığı, peygamberlerinin vefâtından sonra aslını
yitirmiş ve tahrîfe marûz kalmıştır. Bunun böyle olduğunu, onların temel
kaynakları olan Kitâb-ı Mukaddes ve değerli ilim adamlarının konuyla ilgili
yazdıkları eserleri okuyan aklı başındaki herkes rahatlıkla anlayabilir. Zîra
kutsal kabûl ettikleri kitaplarındaki çelişkili ve tutarsız bilgiler
gizlenemeyecek kadar açık ve çoktur.
Tahrîf
edilmeyen din olarak da, günümüzde hâlâ varlığını sürdüren aslını sâfiyetini ve
berraklığını koruyan kendisiyle övünç duyduğumuz hakîkat yolu olan İslâmiyet
kalmıştır.
Yüce
Allâh'ın bir lütfu ve nimeti olarak bu din günümüze kadar gelmiş ve kıyâmete
kadar da tertemiz olarak ulaşacaktır.
Peki ... İlâhî din nedir?
İlâhî
din; İnsanın doğumundan, hattâ ana rahmine düştüğünden, ölümüne, ölüm ötesi
yaşamına kadar insanı ve insan hayâtını konu alarak, insana yön veren ilâhî
kânûn ve kurallar bütünüdür. Yani;
İlâhî
din;
İnsan-Allâh, İnsan-İnsan, İnsan-Tabîât
ve
insanın;
eşi, işi, âilesi, kabîlesi, kavmi, âmiri, memuru, büyüğü, küçüğü, komşusu,
hemşehrisi, dostu, düşmanı velhâsıl herkes ve her şey ile olan ilişkisini ilâhî
öğreti ve kanunlara göre şekillendiren bir yoldur, bir yaşamdır. Bu yaşamın
temelleri Kur'ânî vahiy üzerine atılmış olup, binâsı ise sevgili peygamberimiz (s.a.a.) ve vârislerinin @ emir ve tavsiyeleri ile yükseltilmiştir.
Beşerî
din ise; hayatın kurallarını ilâhî vahiyden almayan, vahiyden uzak bir şekilde
tanzîm edilen, yalnızca insan zekâsının ürünü olan yasalar-kanunlar ve hayat
düstûru kabul edilen emir ve yasaklar bütünüdür. Bu dinler isim olarak çok
çeşitli olmakla birlikte kısaca "ŞEYTÂNİZM=SATANİZM" olarak kabul edilebilir. Diğer bütün "izm" ler şeytânizm ağacının dallarıdır, uzantılarıdır. Budizm, Şamanizm, Konfüçyanizm, Brahmanizm, Şintoizm, Taoizm, Hinduizm, Totemizm, Animizm, Materyalizm, Kapitalizm, Nasyonalizm, Faşizm,
Sosyalizm, Komünizm, Marksizm-Leninizm, Maoizm, Ateizm, Nihilizm... ..izm. vs.
gibi. Şüphesiz ki beşerî dinlerin de bazıları ilâhî hakîkatlerden bir takım
güzellikleri târih içerisinde kendilerine mâl etmişler, onları kendi öz
değerleri imiş gibi insanlığa sunmuşlardır. Çünkü hiç bir bâtıl yüzde-yüz bâtıl
olmayıp, bilakis içerisindeki hak ve doğrular üzerine binâ edilmiş, insanlara
özellikle hak yüzlerini göstermiş, bâtıl yüz ve yönlerini ise
gizlemişlerdir.
Öyle
ise; İnsanlığın mutluluk ve saâdeti, bütün beşerî dinleri reddedip, ilâhî
din-tevhîd dîni olan İslâmiyet'e
sımsıkı sarılmaktan geçer.
Din hakkındaki
görüşlerimiz;
Bizim,
Kurân ve Ehli Beyt taraftarları olarak din hakkındaki inanç ve görüşlerimizden
bazıları şöyledir:
a-İnsanlığın ilk dîni TEVHÎD DÎNİ olup, neslimizin ilk insanı ve ilk peygamberi olan Hazreti Âdem @ ile
başlamıştır. b-Çeşitli coğrafi, siyâsî, sosyal ve şeytânî
sebeplerden ötürü, bu ilâhî din bağlıları, yeryüzünün değişik alanlarına
dağılmış, dinleri hakkında da yeterli ve kalıcı bilgileri-dokümanları yanlarında
bulunmadığından, beşerî zaaf ve sapmalardan... vb. gerekçelerden, dînin özünü
tahrîf etmişler, muhtelif dînî ekoller ve bâtıl dinler ortaya
çıkarmışlardır. c-Ateşe, puta, Ay'a, Güneş'e, yıldızlara,
ruhlara, atalara, cinlere... vb. tapınmalar da ilâhî tevhîd dîninin tahrîfinden
sonra ortaya çıkmış sapma ve sapkınlıklardır. d-Hak yoldan sapan insanlar, Allâh'ın rahmet
ve merhametinin bir gereği olarak, tekrar tekrar nebîler ve resuller
gönderilerek, ilâhî dîne davet edilmişler ve din de aslına
döndürülmüştür. e-Bütün peygamberlerin (s.a.a.) teblîğ ettikleri dîne, zamanın diline ve
dînin gönderildiği kavme göre değişik isimler verilmiş olsa da, öz olarak hepsi
İslâm dînidir ve Allâh'a teslîm olmayı ifâde eder. f-Şartlar gayet müsâit ve insanlık da
tekâmüle doğru gittiği içindir ki, en son olarak da İslâm, Hz. Muhammed
(s.a.a.) ile insanlara ulaştırılmış, peygamberin
sonsuzluğa kanat açmasından sonra da, Vârislerinin @, güzide Sahabîlerin (Allâh onlardan râzı olsun.) ve ümmetin gayretli çalışmaları ile
gelecek nesillere aktarılmış, Allâh'ın inâyeti ve kudreti ile kıyâmet gününe
kadar koruma altına alınmıştır.
Son
ve Allâh katında tek geçerli din olan İSLÂM'ın, tüm inananlarına, inanmalarını
zorunlu kıldığı inanç sistemi olduğu gibi, yapmalarını da farz kıldığı ibâdet ve
ameller manzûmesi vardır. Bu inançlar ve ameller ekseriyetle bütün
Müslüman'ların üzerinde ittifâk ettikleri hakîkatlerdir. Bu cümleden olmak üzere
Kur'ân-ı Mübîn'de belirtildiği gibi;
Îmânın
esasları;
1-Allâh'a, 2-Meleklere, 3-Kitaplara, 4-Peygamberlere, 5-Âhiret
gününe,
îmân
etmek,
Ehli
Beyt yolundaki her Alevî Müslüman'ın kalben kabul ettiği temel inançlar şu beş
ana başlık altında toplanmaktadır:
1-Tevhit (Allâh'ın birliğine îmân) 2-Nübüvvet (Peygamberlere
îmân) 3-Mead (Âhiret gününe îmân) 4-Adâlet
(Allâh'ın mutlak âdil olduğuna inanç) 5-İmâmet
(Oniki İmamın önderliğini kabul etmek)
Mezhepler
hakkında;
Resûlullâh'ın
@ Hakk'a yürümesinden sonra, kısa bir zaman
zarfında, gerek cehâlet, gerek yanlış ve eksik anlama, gerekse kasıtlı
saptırıcıların çabaları neticesinde ümmet arasına bir takım fitne ve fesatlar
girmiş; Müslüman'lar bir dağınıklık ve parçalanmaya uğramışlardır. Ancak
Allâh'ın lütfu ve ihsânı olarak kargaşa ve fitneler bir bir atlatılmış, son ve
tek din olan dînimizin özüne ilişilememiş, herkes ettiğinin karşılığını almak
üzere yüce ilâhî dîvâna götüren eceline kavuşmuş, İslâm günümüze kadar
gelmiştir. İşte bu ahvâl içerisinde onlarca sebeplerin etkisi ile bir takım
mezhep ve mektepler zuhûr etmiştir. Bu farklılaşmada mazûr görülebilecek haller
olduğu gibi, şeytânî komploların tesîrinin de olduğu gün gibi âşikardır. Zîra
din, tevhîdi, vahdeti, bir ümmet olmayı, tefrikaya düşmemeyi emrederken, fırka
fırka olmak elbette tedâvî edilmesi gereken bir hastalıktır. Herkesin kendi
niyetine göre amellerinin karşılığını göreceği güne itikâd ederek amellerini O
güne havâle etmek, Müslüman'ın hüsnü yaklaşımının bir gereğidir.
Târih
içerisinde oluşmuş mezheplerin bazıları her ne sebeple olursa olsun, varlığını
koruyamamış, ancak bunlardan bir kısmı günümüze kadar
ulaşmıştır.
İtikâdî
mezhepler (genel kabullere göre) ana hatlarıyla;
1-Cebriye 2-Ehli
Sünnet vel Cemâat (Sünnîler) 3-Ehli
Şîa (Ehli Beyt yolu
taraftarları, Alevîler.) 4-Hariciler 5-Kaderiye 6-Mutezile...vs.
dallara ayrılmışsa da bunlar yine kendi aralarında da itikâdî (inançla ilgili) ve fıkhî ekoller denilen kollara, dallara,
mezhep, meşrep ve tarîkatlara bölünmüşlerdir.
Ehli
Sünnet ve'l Cemâat mezhebi de itikâdî olarak üçe;
a-Selefîler b-Maturidîler c-Eşarîler
fıkhî
olarak da;
1-Hanefî 2-Şâfiî 3-Mâlikî 4-Hanbelî 5-Evzâî 6-Sevrî 7-Taberî 8-Zâhirî...vb.
mezheplere ayrılmış olup, bunlardan yalnızca ilk dördü günümüze kadar ulaşmış,
diğerleri ise yalnızca kitaplarda ve târihte kalmışlardır.
Bugün,
dört Sünnî mezhep denildiğinde akla ilk gelen mezhepler, baştaki dört
mezheptir.
Yaşadığımız
coğrafyada basılan dînî içerikli kitaplarda, "Ehli Beyt yolu" olarak bilinen; Caferîlik, Alevîlik, İmâmîlik, Şîilik hâriç, bütün diğer mezhepler
hakkında yeterli malûmât mevcuttur. Biz ise özel ilgi ve çalışma alanımız olmasından dolayı Ehli Beyt yolu hakkında doğru ve sağlam bilgiler vermeye
çalışıyoruz.
Oniki
İmâm'ın beşincisi olan İmâm Muhammed Bâkır @
efendimiz buyurdular; "Yahûdîler Mûsâ'nın (a.s.) vefâtından sonra
yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Onlardan bir fırka cennetlik, yetmiş fırka ise
cehennemlik oldular. Hıristiyanlar da Îsâ'dan (a.s.)
sonra yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Onlardan da bir fırka cennetlik, yetmişbir
fırka ise cehennemlik oldular. Bu ümmet de Peygamber'den (s.a.a.) sonra yetmişüç fırkaya ayrıldı. Bu
yetmişüç fırkadan onüç fırka biz Ehli Beyt'in Velâyet ve meveddetine
(sevgisine) intisâp ettiklerini iddia ettiler.
Onlardan da Oniki fırka cehennemlik, bir fırka cennetlik oldu. Altmış fırka da
diğer insanlardan olup cehennemliktirler."
Şurası
bir gerçektir ki, her yolun yolcusu, kendisinin mensûbu bulunduğu yolu, Fırka-i
Nâciye (kurtuluşa eren
fırka) bilecektir. Biz de,
Kur'ân'ın işâreti ve Peygamberler şâhı Hz. Muhammed Mustafâ'nın (s.a.a.) vasiyeti gereğince Ehli Beyt yolu'nun
kurtuluşa erdireceğini kabûl ediyor ve bu yolda bulunmaktan şeref duyuyoruz. Ve
inanıyoruz ki adâletsiz yapılan her işin sonucu anarşidir. Bu bakımdan din
sömürüsü de, yön sömürüsü de, kin sömürüsü de bir anarşidir. Kavram sömürüsü de
bir anarşidir. Mânâ sömürüsü de bir anarşidir. Öyleyse, Ehli Beyt yolu mensubu
Müslüman'ların en önemli özelliklerinden birisi de her türlü sömürüden uzak
durmalarıdır.
Târih
boyunca uzun zaman dilimlerinde Müslüman'lara hükûmet eden dikta yönetimler,
ümmetin birbirinden kopma nedeni olduğu gibi, aynı idealleri paylaşan, aynı
değerlere sâhip çıkan insanları, farklı bölgelerde yaşamlarını sürdürdüklerinden
ve birbirlerinden haberdâr olamadıklarından, şeytânî desîseleriyle farklı farklı
isim, ünvân ve nâm ile damgalamışlar, kavram anarşisi çıkartmışlardır. Öyle ki
insanlar birbirlerini anlayamaz olmuşlardır. Bundan en çok çekenlerden birileri
de şüphesiz ki Ehli Beyt şîaları/taraftarları (Alevîler)
olmuştur.
Bugün
şunu müşâhede etmekteyiz ki, Ehli Beyt katârında yer alan canlar, dünyânın bir
çok bölgelerinde -özellikle de Ortadoğu bölgesinde- değişik isimleri kendilerine izâfe etmişlerdir. Bunlardan
ülkemizde kullanılan bazılarına değinecek olursak; Alevî, Kızılbaş, Caferî,
İmâmî, Şîi, Rızâî, Tahtacı, Yörük, Sıraç, Türkmen, Bektâşî, Nusayrî...vs. vs. İşin aslına ve
özüne bakacak olursak, bu, bir gerçeği ifâde etmektedir. Adını saydığımız ve
sayamadığımız her kesim, kendilerini; KUR'ÂN'a bende, PEYGAMBER'e @ tâbi, EHLİ BEYT'e @ muhib,
ONİKİ İMÂM'lara @ bağlı birer nefer
bilmektedirler. Öyle ise bütün bu verilen isimler öz olarak tanımlanacak olursa;
Kimliğimiz;
Irk
ayrımı yapmayız; soyca Ademî'yiz. (Hz. Adem'deniz) Dînimiz;
İslâm, Müslüman'ız. Peygamberimiz;
Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.a),
Muhammedî'yiz. İttibâmız;
Sünnetedir, Sünnî'yiz. İlk
İmâmımız; İmâm Ali (a),
Alevî'yiz. Oniki
İmâm'lara bağlıyız;
İmâmî'yiz. Buyruklara
özellikle İmâm Cafer (s.a.) ile ulaşmışız;
Caferî'yiz. Kur'ân'a
ve Ehli Beyt'e @ taraftarız; Şîa'yız,
Şîi'yiz... ve's-selâm.
"Alevî, Ali @ gibi
yaşayandır."
[1] Bakınız: Maurice Bucaille: Kitâb-ı Mukaddes Kur’ân ve bilim...
[2] Din hakkında geniş bilgi için bakınız: Sâlih Gürdal: Din nedir?, Yaşar Nûri Öztürk: Din ve fıtrat, Yusuf Kerimoğlu: Kelimeler kavramlar, Ali Ünal: Kur’ân’da temel kavramlar, Ali Şerîatî: Dinler târihi, Dîne karşı din..., Mevdûdi: Gelin Müslüman olalım, Hâşimî Rafsancanî: İslâm öncesi câhiliye ve din gerçeği, Murtazâ Mutahharî: Hak ve bâtıl, Abdullah Turan: Ehli Beyt mektebinde temel inançlar, Mehmet Alagaş: Din gerçeği ve İslâm, Tevhît ve şirk, Seyyid Kutub: Din bu... vb.
[3] Bakara sûresi (2): 177
[4] Ra’d (13): 8, Furkân (25): 2, Ahzâb (33): 38, Vâkıa (56): 60
[5] 1990-2000 yılları itibâriyle. Allah'a sonsuz şükürler olsun ki her geçen gün Ehli Beyt yolunun kaynak eserlerinin basım ve yayımı daha bir ciddiyet ve gayretle artmaktadır.
[6] Mezheplerle ilgili bakınız: M. Ebû Zehrâ: Mezhepler Tarihi, Suphi Sâlih: İslâm mezhepleri ve müesseseleri, Abdulbâki Gölpınarlı: Tarih boyunca İslâm mezhepleri ve Şîilik, Zübeyir Yetik: İslâm düşünce târihinde mezhepler...vb.
[7] Şeyh Kuleynî: Ravzatu’l-Kâfî: c: 8 sh: 224 had. no: 283. |